Bir mersiye denemesi


Zahmetli bir yolculuktan sonra Beyazıt’a vardım. Birikmiş elektrik faturalarının
mühim bir kısmını ödeyecek olmanın rahatlığıyla, cüzdanımdaki meblağın mühim bir
kısmını Elektrik Faturası gibi süfli bir işe tahvil etmiş olmanın rahatsızlığını
hercümerc edip üniversite cenahından meydana girdim. Meydan cıvıl cıvıldı.
Yerlerde eski mecmua, okul kitapları, ayakkabılar, ucuz kotlar, çocuk
kıyafetleri, radyo, saat ve bilumum ihtiyaç nevi tezgahı bulmak mümkündü. Alış
veriş denen ahir zaman canavarının hüküm sürdüğü bu meydan çetin ama baş
döndürücü bir cazibe taşıyordu. Kendimden geçmiş bir hâlde lüzumlu lüzumsuz her
şeyin fiyatını sordum. Her sorduğumda cebimdeki parayı sanki alacakmış gibi
hesabettim. Birkaç kez saatlere bakarken ve bir kez de elimdeki cep telefonunu
başka bir modelle değiştirme ihtimali üzerine düşünürken şeytana uyma tehlikesi
geçirdim.  Demin sözünü ettiğim ahir zaman canavarı birkaç darbeyle beni alt etmek üzereyken
titreyip kendime geldim ve gazveyi galibiyetle tamamladım. 

Tam eve dönmek üzereyken ayıbımı fark ettim, yüzüm kızardı. Bayezid meydanına
yeterli vakti ayırıp Sahaflara uğramadan dönemezdim. Bu ayıbı birkaç kez
işlediğimi hatırlayıp hemen unutmaya çalıştım. Ders kitaplarını tamamlama
telaşıyla sağa sola koşturan talebeler ve” Biz de yanında gidelim de parayı
çarçur etmesin” kaygısıyla çocuklarına refakat edip kalabalıkta sıtkı sıyırmış, bin pişman olmuş bıyıklı, sakallı babalar, başörtülü anneler arasında eski bir dosta merhaba der gibi Sahaflara
girdim.  

Eğitim müfredatına tabi kırtasiye kitapçıları arasında sahaflık vasfını bihakkın
taşıyan esnafın tezgahlarında müşteri bekleyen ilim hazineleri içimi burktu.
İşte para harcanacak yer burası düşüncesiyle bakınırken onu gördüm. Daha önce
bin kere önünden geçip kapıdan duvara asılı resmine baktığım zamanları
hatırladım. Hacı Muzaffer Özak şimdi çocuklarının, emanet hassasiyetiyle devam
ettirdiği sahaf ticarethanesi içindeki duvardaki çerçevede mağrur, mütebbessim,
mutmain duruyordu. Yıllar Öncesine gittim birden. Sohbetimize kendisini mevzu
ettiğimiz demleri hatırladım. Güzel insanları konuştuğumuz güzel zamanları.
Elektrik faturası, çocuk bezi, hipermarket muaşakası dünyamıza girmemişti.
Radyolardan, kitaplardan menkıbeler ezberler, içimiz titreyerek birbirimize
anlatırdık. Namaz kılar, sohbet eder, ağlardık. Cebimizde alınacak kitaplar
listesi olurdu ve alındıkça değişirdi. Her gün yenisini keşfettiğimiz nefes
sahibi ilim adamlarını tanımaya çalışır taklid ederdik. Erdemli zamanlardı.
Allah Resûlü’nün Nur Mağarasında Ebu Bekr’e verdiği sırrın sırasını takip eder,
silsile sayardık. Şimdi cep telefonları, bilgisayar oyunları, eşya dükkanları, çoluk çocuk neşesi
içinde kaybettiğimiz erdem, Hacı Muzaffer Özak’ın resminden akıyordu. Kendi
adıma kaybettiğim bu hasletleri devam ettiren arkadaşlarım için şükrettim.
Kâdim söz hükmünü koruyordu: Vîran olası hanede evlad-u iyâl vardı. Sahaflardan
çıkıp Aksaray’a inerken yol boyunca mırıldandım: Allah’ım duayı ve gözyaşını
üzerimden eksik etme.
Duamın karşılığı gözlüklerimin altından yanağıma doğru akıyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Abdülbâki Fazıl Bey

1938 harp okulu olayi